Karbonhidratların sindirim ve emilim sonucu oluşan, en küçük parçası glukoz (şeker) kanda yükselir. İnsülin glukozu kas, karaciğer ve adipoz dokulara taşır. İnsülin direnci oluştuğunda ilk etkilenen bu dokular olur. Dirence karşı ilk aşamada pankreastan daha fazla insülin salgılanır fakat zamanla karbonhidrat tüketiminin fazla olması ile birlikte kan şekeri düşmez. Düşmeyen şeker, yağa çevrilerek adipoz doku dediğimiz yağ hücrelerinde depolanır.
İnsülin direncinin ortaya çıkışı hemen hemen 5 yıl öncesine kadar gidebilmektedir. Yavaş ilerleyen bu durum insülin direnci ile başlayıp dikkat edilmezse bir kaç yıl sonra Diyabet başlangıcı olarak kendini gösterir.
İnsülin Direncinin nedenleri; obezite, hareketsiz yaşam, karbonhidrat ağırlıklı beslenme, polikistik over sendromu, ailede diyabet hikayesi, alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması, ileri yaş, gestasyonel diyabet, cushing sendromu, steroid kullanımı, sigara, antidepresan kullanımını olarak sıralanabilir.
İnsülin direnci sonucu kanda yükselen şeker, dokulara giremediği için var olan enerji kaynağı kullanılamaz dolayısı ile kişi kendini yorgun ve halsiz hisseder. Kandaki yüksek miktardaki şeker karaciğerde yağa çevrilerek depolanır ve bunun sonucunda karın bölgesinde iç yağlanma miktarı artar yine yüksek seviyedeki insülin beyine yanlış sinyal verir ve vücutta açlık algısı oluşur, bu durum tekrar yemek yeme isteğini oluşturur. Karın bölgesindeki yağlanma giderek yukarı tırmanır ve yüzde yuvarlak bir görüntü boyun kol ve sırt bölgesinde de yağlanma artar.
İnsülin direnci olan kişiler uzun süreli açlığa dayanabilir, aç kalmak onlar için sorun değildir, sorun yemek yemeye başladıktan sonra doyduğunu anlamama ve arkası gelmeyen yeme ataklarıdır.
İnsülin direnci oluşan bireylerde kan lipitlerinin de yüksek seytrettiğini gözlemleriz. Bu durum kalp damar hastalıklarının başlamasının nedenidir. Yüksek trigliserit seviyelerinin şekerli, unlu mamüllerin ve fazla meyve tüketiminden kaynaklandığı bilinmektedir.
İnsülin direncinde beslenme tedavisi, kişinin beslenme tedavisine yönelik olarak belirlenir. Genel olarak 2 ana gerekiyorsa 1 ara öğün olacak şekilde bir program olması gerekir. Diyetin karbonhidrat içeriği çok yüksek olmayıp, yeterli miktarda protein (1g/kg başına), omega 3(balık yağı ,ceviz,keten tohumu, çiya, kinoa) ve omega 9 (zeytin yağ) dan zengin ,omega 6 (Ayçiçek yağı, fındık yağı)dan fakir, bol sebzeden oluşan bir program olmalıdır. Karbonhidratlar tam tahıl taneli olmalı, şeker ve şekerli besinler, beyaz ekmek, makarna, pilav, unlu çorbalar, pasta, börek, pizza …gibi rafine ürünlerden kaçınmak gerekir. Yağlı tohumlar dediğimiz ceviz, badem, fındık gibi besinler çiğ olarak bir gece suda bekletildikten sonra ara öğünde ya da öğün içerisinde tüketilebilir (bekleme suyu tüketilmemelidir).
Koyu yeşil yapraklı sebzeler içerdikleri posa açısından kan şekerini düzenlerler, kolesterolü düşürürler, bağırsaklarımızın hareketlerini düzenlerler aynı zamanda içerdikleri vitamin, mineraller ve antioksidanlarla enerji metbolizmasına katkıda bulunurlar. Meyve şekeri früktozun fazla tüketilmesi hem şekeri hem de trigliseriti yükseltir bu nedenle 1-2 porsiyon ile sınırlandırılmalıdır.
Beslenmenin yanı sıra fiziksel aktivitede çok önemlidir. Hafta da en az 3 gün 45 dakikalık yürüyüşlerin beslenme programı ile birleştirilmesi yaşam kalitesini arttırır. Yürüyüş dışında pilates ve yoga gibi direnç gerektiren aktiviteler gibi ağırlık kaldırma da önerilebilecek aktivitelerdir.